22 Ağustos 2008 Cuma

ÇOCUK ÜZERİNE

“Çocuk” Türkçe bir sözcük ve sözlükte 7 tane karşılığı var: 1- Küçük yaştaki oğlan veya kız; 2- Soy bakımından oğul veya kız, evlat; 3- Bebeklik ile erginlik arasındaki gelişme döneminde bulunan oğlan veya kız, uşak; 4- Genç erkek; 5- (mecaz) Büyükler arasında daha az yaşlı olan kişi. ; 6- (mecaz) Büyüklere yakışmayacak biçimde düşüncesizce davranan kimse; 7- (mecaz) Belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimse.
“Çocuk” kavramının modern bir tanımlaması 20 Kasım 1989′da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ile yapılmış: “Ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır.” Birleşmiş Milletler (BM)’nin böyle bir tanımlamaya gitme nedeni trajik: Çocukların fiziksel ve psikolojik baskıya maruz kalmaları. ( istismar )

BM ve Türk Dil Kurumu (TDK ) ‘nın çocuk tanımlamalarını karşılaştırınca, Türk toplumunun çocuğa bakış açısını apaçık görmek mümkün. Düşüncesizliğin ya da acemiliğin çocuklukla bağdaşlaştırılması bizim çocuğa bakış açımızı gözler önüne sermiyor mu? İnsan geleceğinin kutsal bir parçası olan çocuğun küçümseyici deyimlere konu olması ait olduğu toplumun geleceği hakkında da ipuçları veriyor. Çocukluğu düşüncesizlik ve acemilikle özdeşleştirmek, ancak kendi geleceğimizi düşüncesizce ve acemice biçimlendirmek olabilir. Hayal gücü küçümsenen, ifade ettiği etmediği düşünceleri göz ardı edilen, başkalarının yanında yaptığı hareketlerle büyüklerince çoğu kez utanç kaynağı olarak görülen çocuk, ilerisinin çarpıklığını ve tekdüzeliğini simgelemekten öte ne yapabilir?
Aileler, dolayısıyla toplumlar, çocuklarına sundukları özgürlük ölçüsünde özgürdür. Yasağa ve yasaklamaya alışmış insanımız, doğal olarak, bunları kendi geleceğine, çocuklarına, yansıtmaktan geri durmuyor. Kişisel ve toplumsal özgürlüklerin farkında olmayan; sınırları başkalarının, hem de en yakınlarının, elleriyle çizilen çocuk, sadece kendisine verilen evrensel bir takma isimle büyüyebiliyor. Sonuç ise iç karartıcı, hazin bir tablo: reşit olma yaşı 18′e kendini ifade etmekten yoksun giren; üçgenin iç açıları toplamı, çarpım tablosu, iki paralel arası mesafe, metanefroz böbrek ve Tanzimat şairleri ekseninde dönelip duran insan yığınları. Bundan sonrası gerçekten bir trajedi: Bir yanda güncel gelişmeleri gereksiz ve sıkıcı bulan, sosyal ortamı televizyon ve magazin üzerine kurulmuş bir gençlik. Öte yanda gençliği ülkenin duruma kayıtsız kalmakla eleştirmeleri ve “ah o eski gençlik” iç geçirmeleriyle ebeveyn - yaşlı grubu.
Çocuğun yetiştirilmesi, onun kendini “birey” olarak hissetmesini sağlamakla mümkündür. Çünkü birey, toplumun ve toplumdaki konumunun farkında olan, kendini bu konum içinde değerlendirebilen ve ifade edebilen insandır. Kendini küçük yaştan itibaren birey olarak nitelendiren bir çocuk, kendini ve kendini ifade etmesini öğrenecek ve bu öğrendikleri ile kendi çevresini anlayacak ve tanıyacaktır. Aynı şekilde çevresi de çocuğu ifade ettikleri ile tanıyacak ve toplum çocuğa evrensel konumunun yanında ulusal ya da yerel bir konum biçecektir. Bu hem insanın topluma karşı duyarlılığı açısından önemlidir, hem de toplum kendi geleceğini belirleyecek insana bir kuvvet kazandırmıştır.

“Çocuk”, evrensel ya da ulusal bütün tanımlamalardan öte bir anlam taşır. Bu anlamı biçimlendirecek olan ise çocuğu kendisidir. Önemli olan bu biçimlendirmenin bilinçli ve özgür bir ruh ile yapılmasıdır. Çocuk, bilinçli ve özgür bir ruhu hak eden - belki de – evrendeki en saf varlıktır.

Hiç yorum yok: